Yarım yüzyıldan beri Cumhuriyet gazetesinde yazan bilge ağabeyim Bertan Onaran artık orada yazamayacak, yazıları durduruldu.
“Bir Cumhuriyet kızı Mahiye Morgül” diye başlık atarak beni köşesine aldığını nasıl unuturum!
Cumhuriyete kucak açanlara kol kanat gerer, duayenimizdir. En sıkıştığım konuda ferahlatacak bir kaç cümlesi mutlaka vardır. Onun bilge sözlerinden biri:
“Biz yele tohum serpen insanlarız, hangi yamaçta ne zaman yeşereceği belli olmaz!”
Cumhuriyet’in kalemleri artık, ya Ergenekoncu diye hapse atılarak, ya işten çıkartılarak susturuluyor. Uğur Mumcu ile başlayan, Ahmet Taner Kışlalı ile devam eden, Server Tanilli’yi felçli bırakan, faili malûm-meçhul katliamlardan, bugün yeni bir sürece girildiğini görüyoruz.
İşte Emin Gürses hapishanede.
İşte Mustafa Balbay hapishanede.
İşte Erol Manisalı, önce hapishaneye, oradan hastaneye…
Yakın zamana kadar Cumhuriyet’te yazar olan, Korkut Boratav, İzzettin Önder…
Şimdi Bertan Onaran’ı okurlarından kopardılar.
Anlıyoruz ki, halkın zihnini açan kalem kalmasın, karartma devam etsin, bunu isteyen kara bir güç var. Bunlar kimdir, nerden alır gücünü?
Bir karanlık güç var, evet, onu görüyordum. Cumhuriyet gazetesinde tam sayfa ilanlar veren bir sermaye gücü, o sermayeyi yöneten bir karanlık güç… Tam sayfa ilan verip benim okuduğum yazarların yerini kaplamaya başlamıştı. Zaman zaman reklâmların siyah zemin üzerinde bozuk Türkçeyle farklı yazımla çıkıyordu. O zaman gördüm; bu güç benim alt beynimdeki fotoğrafları karartmaya başlamış, okurken beni bombardıman ediyordu.
O reklâmları hazırlayan piyasa gücü, “bu gazeteye ben hükmediyorum” mesajı veriyordu; Cumhuriyet bahçesindeki çakırdikenleriydi onlar. “Böyle reklâmlara para vermek istemiyorum” diye şikâyet ettiğimde aldığım yanıt hiç hoş olmadı, almayı bıraktım, gazeteyi sessizce protesto ettim.
Çünkü; çakırdikenlerinin ortaya çıktığı yerde, eğer sökülmezlerse, bir süre sonra hiçbir çiçeğe yer kalmaz. Çünkü; çakırdikenlerinin özgürlüğü ile gül bahçesinin varlığı birbirine ters orantılıdır.
Üç nesil Cumhuriyet gazetesiyle büyümüş bir ailenin ferdi olarak, büyük acı duyarak gazetemizin biteceğini gördüm. Birileri çakırdikenlerini besliyor ve onlar olmadan Cumhuriyet yaşayamaz diyorsa, hem okuyucusunun beynini, hem gazetenin kendi beyinlerini yok ederek, bir çeşit kuyruğunu yiyerek beslenen yılan gibi, kendi sonunu hazırlıyor demektir.
Bertan Onaran ağabeyim bir sohbetimizde şöyle demişti; “Doğada mutlak özgürlük diye bir şey yoktur. Olursa kaos olur.” Buna ekliyorum; eğer çakırdikenlerini elinizle besler, onlara özgürlük verirseniz, güllerin toprak talebi doğal hak olur!
Hani Nazım usta, “Hava kurşun gibi ağır/ Bağır, bağır, bağırıyorum/ Koşun, kurşun eritmeye çağırıyorum” demişti ya, şimdi;
Güllere özgürlük için, “Koşun, çakırdikenlerini söküp atmaya çağırıyorum!”
Sevgili Bero ağabeyim, Guantanamera’dan bana ses verdiğin o 1 Mayıs sabahı kadar taze sesinle, seni ve sevgili Sevil’i, hep yanıbaşımda duyumsayarak, sizin gibi, her güne yeni bir umutla başlıyorum.
Cumhuriyet gazetesi sizi kaybetti; vaktimiz yok matemini tutmaya.
Zamanınız arttı, şimdi yazacağınız kitapları dört gözle bekliyorum!