6 Şubat'ta Kalbimize Gömdüklerimiz İçin
Önce Miraç kandilinizi tebrik ediyorum sonra 6 Şubat depreminin yıl dönümünde içimizde depremler olurken bu yazıyı kaleme alıyorum.
Sigara ve alkol kullanmam bilirsiniz.
Ama bugün bir istisna yapın.
Bir sigara yakın ve Ahmet Kaya dinleyerek okuyun bu yazıyı.
Belki sigara dumanıyla haberleşiriz insanlığımızla ve yakar geçeriz kötü hatıra defterlerini sigaramızla.
Tamam mıyız?
Başlıyorum.
2024 bir gelse artık diyorduk.
2020, 2021, 2022, 2023 geldiğine geleceğine bizleri pişman etmişti çünkü.
Geçmiş 4 yıl canımızı aldı, cananımızı aldı.
Tabiri caizse bizi doğduğumuza pişman etti.
Depremler oldu.
Biz ağladık.
Yangınlar...
Avustralya kıtası yandı, Türkiyem yandı, en son Hatay yandı.
Uçak kazası,
Helikopter kazası ve Kobe Bryant.
Mehmetçiklerimiz şehit oldu.
Terör durmadı.
Bunlar olurken Wuhan Kentinden Çin malı ucuz bir virüs bize pahalıya mal oldu. Hayatımızı kararttı.
Yaşam biçimimiz değişti.
Negatif insanları sevmezdik.
Şimdi pozitiflerden kaçıyoruz.
Trump, Biden, Makron, Ermenistan, çöken borsa, terör Yunanistan,İsrail, Filistin,dolar, altın ...say say bitmiyor.
Siyasal ayrışmışlık bu coğrafyanın kaderi...
Tek kullanımlık güvenlerimiz de bitti.
2020 -2023 arası felaketler dönemi olmuştu.
Hasretle 2021'i bekledik düzelmedi.
2022'yi bekledik düzelmedi.
Cumhuriyetin 100. Yılı dedik.
2023'ü bekledik umutluyduk.
Cumhuriyetin 100.yıl marşını beraber söyleyeceğiz diye mutluyduk.
Ve daha dün sallandık.
6 Şubat 2023...
10 ilde 10 memlekette 81 il sallandık. Gönüllü kurmuştuk darağaçlarımızı çünkü.
Önce betona teslim olan kentler yıkıldı ve sonra biz yıkıldık.
Dönen dünyanın salınımına ayak uyduramadık.
Parçalanan fay hatları kalplerimizi de parçaladı.
Türkiye yıkıldı.
Sonra biz yıkıldık.
İnsanlık yıkıldı.
Kopardığımız çiçeklerin ahını mı aldık ki, bizim yüreğimiz kökünden sökülüyor ?
Kokuşmuş müteahhit menfaatleri enkazında, kiriş ve kolonların cenderesinde can verirken insanlığımız, sosyal medya harekete geçti.
Bir günah keçisi bulunmalıydı milyonlarca günahkâr için bedel ödeyecek.
İsa yeniden doğmalıydı.
Bunca günahların bedelini kim ödeyecekti.
Göstermelik, unutulmaya gebe engizisyon mahkemeleri kuruldu stüdyolarda.
Çarmıhlar reytingler için hazırlandı.
Bir çocuk enkaz altından çığlık attı
Anne!
Duyan olmadı onu.
Armageddon yükleniyor muydu ne?
Deprem ve felaket zamanlarının çığırtkan uzmanları bir kakafoniye başladılar.
Cumhuriyetin 100. Yılına yaklaşırken büyük İsrail için geri sayım mı başladı yoksa?
Arabistan Yarımadası'ndaki satılmış Araplara fiyat biçen Biden ve küreselciler felaketleri büyük İsrail hedefleri için mi çıkarıyorlardı acaba?
HAARP, Amerikan gemileri, atom bombası benzetmeleri...
Bizde felaket senaryoları bitmez ve de komplo teorileri .
Bitmeyecek de...
Coğrafya bazen kader bazen kederdir çünkü.
Ancak bu yazının konusu ne felaket senaryoları ne de gözü dönmüş küresel aktörlerin zalim planları olmalı.
Bir Ahmet Kaya şarkısı dolandı dilime yine.
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de.
O yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere.
Aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
Bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı.
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan.
Sevmek diye bir şey varmış.
Sevmek diye bir şey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konuklukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım birkaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
Acılardan arta kalan
İşte şu bakışlarmış
Buğu diye gözlerinde
Ahmet Kaya, ülkücülerin de gizli gizli dinlediği sanatçı..
Hişt!
Sesimi duyan var mı?
Afad mı Ahbap mı?
Susun!!!
Bir öksüz daha çıkıyor enkazdan.
Bir yetim baba diyor, bir anne gözleri yaşlı, dün gece küs uyumuştu sevdiceğine.
Uzaklaşmıştı sevdiceğinin kucağından
Keşke Prometheus gibi ateş çalsaydım tanrıların ocağından..
Belki kendi küllerimden insanlığım yeniden doğardı.
Ama izin vermiyor watsap grupları..
Twitter..
Ve yaklaşan seçimler.
Millet olmamıza..
Şehitler, virüs, depremler, yangınlar ortak acımız ama artık ortak acılara tutunamıyoruz.
Amip miyiz biz?
Bölünerek çoğalıyoruz.
İnsan diye bakmıyoruz, memleketine göre ayırıyoruz .
Mezhep diye ayırıyoruz
Siz biz diyoruz, ortak acılarda buluşamıyoruz.
Ve kederler dağladıkça ciğerlerimizi kader diyoruz devamlı kader...
Millet olmak sahi neydi?
Ortak acı ortak sevinç değil miydi?
Galiba biz bizi millet yapan değerlerden uzaklaştıkça kader kendisini hatırlatıyordu bize sırtımızda şaklattığı keder zincirleriyle...
Eski bir plaktan Ahmet Kaya çalıyor...
Bana bir şeyler anlat
Canım çok sıkılıyor
Bana bir şeyler anlat anlat
İçim içimden geçiyor.
Depremler oluyor beynimde
Dışarıda siren sesi var.
Her yanımda susmuş insanlar susmuş
İçimde ölen biri var
Halbuki bu coğrafyanın çocuklarını acılar güzelleştirir.
Dile gelir dizelerde ve der ki Ahmet Arif;
Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmazsa insan olmaz yüreğim...
....Ne zaman bir çocuk ölse
gözü evlerindeannesinin kavurduğu
helvada
kalır.
Yoksul bir çocuk görsem
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse
içimden
Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin
izlerini
siler, diye seslenir Sunay Akın..
Erdem Beyazıt o efsane adam der ki;
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun
Belki bulmaya gidiyorsun kaybettiğimiz
O insan ve tabiat çağını
Dön bana ve dinle
Kuşlar uçuşuyor içimde
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçuştuğunu içimde
Dön bana ve dinle.
Ağlamak anlamak diyordu Necip Fazıl Reis Bey adlı eserinde ..
Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz .
Ağlamıyoruz artık ağlayamıyorum.
Belki de gözyaşlarımız merhem olacak tüm dertlerimize.
Bakın ne diyor Özdemir Asaf;
“Ağlama,
Ağlamak
Biraz öteye kaçmaktır
Ağlamak,
Hüzünle anlaşmak,
Ve kucaklaşmaktır.
Ağlamak
Sığınmaktır ne olsa,
Avuç açmaktır
Uzak da olsa, yakın da olsa
Biraz onu öteye itmektir
Kişinin en kolay mutsuzluğu
Ağlamaktır, geçiştirir umutsuzluğu.”
Ve sen şimdi bu satırları okuyan güzel insan ..
Bu kadar duygu selinden sonra insan olduğunu hatırlayabilecek misin?
İBRET ALSAK MİRİM!
Depremlerle sarsıldıkça ruhlarımız özümüze dönsek.
Gözlerimiz dönmese sözün şehvetine kapılmasak...
Bir virüslük , bir savaşlık, bir depremlik hayatlarımız var çünkü.
Nasıl da duyarsızca yaşıyor ve nasıl da hiç ölmeyecekmiş gibi hesaplar içine giriyoruz.
Ne çok gönül yıkıyor ne çok kul hakkına giriyor ne çok zulmediyor ve ne çok kibirden kuleler inşa ediyoruz.
'Eşyayı dahi incitme' diyen bir medeniyetin mensupları olarak, bugün, birbirimizi incitme yarışı içindeyiz.' diyor İbrahim Tenekeci.
İletişim dinlemek demek oysa, söylenilmeyeni duymak demek. Biz artık sadece cevap vermek için dinliyoruz.
Ve İsmet Özel'e kulak verelim;
"Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir."
Unutmayalım.
"Yaşadığın yeri cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemindir!
Biliyor musunuz geçen hafta Tokat'a gittim.
Annem ve babam dedem ve ninem bir köşede toprak olmuş yatıyorlardı.
Doğdukları topraklara doydukları topraklara toprak olarak dönmüşlerdi.
Gidecek başka toprak yok ve bizi kabul edecek bir başka vatan yok.
"Hic manebimus optime! "*
Anlamıyor musunuz?
Elimizi vicdanımıza koyalım.
Azıcık insan olalım.
İnsan...
Azıcık.
İnsan.
Vesselâm!
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci Yazar