TÜRKİYE KAYNAR KAZAN
Türkiye kaynar kazan! Ülkeyi kış aylarında yağmur-kar bulutları değil toz duman kapladı. Akla hayale gelmeyecek olaylar meydana geliyor! Dünyayı ayağa kaldıracak senaryolar yazılıyor, sahnelenmek isteniyor! Sahneleniyor!
Neden?
İşte bu nedene yanıt verildiğinde toz bulutu ve koyu kör duman ortadan kalkacak! Bana kalırsa bu toz bulutu ve kör duman ülkenin üzerinden kalkmayacak, kaldırılmayacak!
Gün geçmiyor ki yoktan yere bir olay ortaya çıkarılmasın! Kim, neden ve niçin yapıyor bunu? Soru çok ama yanıt veren ve sorgulayan yok! Bu gidişle olmayacak da!
İşte son bir olay: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapılacak! Kim yapacak? Özel Kuvvetler kumandanlığında görevli iki asker! İhbar, ihbarı kovalıyor; görsel ve yazılı yanlı medya kendi düşünceleri ve çıkarları doğrultusunda çala kalem akıllarına geleni yazıyor ve halkı abondene etmeye devam ediyorlar!
Olay önemli, ilgililer olaya el koyuyor ve iş mahkemeye intikal ediyor: Alınan karar Özel Kuvvetler Komutanlığı birimlerinde arama ve soruşturma yapmak. En önemlisi hayati önemi haiz bilgilerin bulunduğu, kimsenin görmemesi gereken bilgilerin saklandığı kozmik odaların aranmasının istenmesi ve bu iznin alınması. Acabalar insanın beynini kurcalıyor; bir hedef mi, bir şaşırtmaca mı bu? Belki! Aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyor; Ne adına bütün bunlar?
İmzalanan Mondros (30.10.1928) ve Sevr (10.08.1920) antlaşmaları ile Osmanlı’ya vurulan darbenin sonuçları ortada iken!!!
Osmanlı ordusu terhis ediliyor, silahlara, cephanelere, araç gereçlere el konuluyor, savaş gemileri hareket edilemez hale getiriliyordu. Artık hem Osmanlı ordusu yoktu ve hem de ülke işgal altınaydı!
Elbetteki ülke yani Türkiye sonsuza kadar işgal altında kalamazdı. Aklıselimler, yurt severler ve bu iş için elini taşın altına, başını korkmadan ortaya koyacak adamlar vardı. Bu inançla milli mücadele başlatıldığında yeni kurulmaya başlanan düzenli ordunun ön büyük eksiği silah, cephane ve aydın insandı!
Ordu silahlandırıldı! Aydınlar asker sivil Anadolu’ya geçirildi. En önemlisi de silah ve cephanelerin çok büyük kısmının yurt içinden temin edilmesiydi. Nasıl oldu bu?
Eğer, Mondros antlaşması ile yenilgiyi kabul eden, Sevr anlaşması ile dağıtılan Osmanlı ordusu için; bugün üzerine gidilen Özel Kuvvetler Kumandanlığı gibi sadece ordu büyüklerinin bildiği Teşkilat-ı Mahsusu ve bilhassa Karakol Cemiyeti gibi giz dolu teşkilatlar olmasaydı; toprak altında, metruk ve terk edilen binalarda, eski kale ve mağaralarda, Boğaziçi’ndeki yalıların kayıkhanelerinde ve daha değişik yer ve mekânlarda orduya ait silah ve cephaneler kara günler için saklanmasaydı, emperyalist devletlerin desteklediği Yunan ordusuna karşı o büyük direniş verilebilir miydi? Düzenli ordunun silah, cephane, giyim-kuşam ve aydın insan ihtiyacı karşılanabilir miydi?
Amaç; acaba bilinmeyenleri ortaya çıkarmak ve gerekeni yapmak mı yoksa orduyu dolaylı yoldan yıpratarak ele geçirmek mi?
Habur’dan PKK’lıların açılım adı altında Türkiye’ye anlı şanlı girişi ve ortaya koydukları pervasız tutum! Reşadiye baskını ve şehitlerin gözyaşları arasında toprağa verilmesi! Tekel işçilerinin “İşimizi istiyoruz” isyanının tazyikli su ve biber gazı ile bastırılması; asgari ücrette akıl almaz rakamın açıklanabilmesi; elektriğe, suya, doğal gaza gelen zamlar ve diğer ihtiyaç maddelerine gelecek olan zamlar. AKP içinde başlayan, yapılanları sorgulama istek ve alınan kararlara itirazların ihraçlarla bastırılmaya çalışılması; eczanelerin baskı altına alınarak yaşatılmak istenmemeleri; sahipleri iktidar yanlısı marketlerin devreye sokulması; yapılan anket sonuçlarının korkutuculuğu…
Bütün bunların gözden kaçırılması için yapılan oyunlardan biri olmasın şu Özel Kuvvetler Komutanlığı meselesi!
Her neyse göreceğiz! İnşallah dağ fare doğurmaz! İnşallah yanılırız…